Efendiler, Saltanat devrinden Cumhuriyet devrine geçebilmek
için, herkesin bildiği üzere bir geçiş dönemi yaşadık. Bu dönemde
iki ayrı düşünce ve görüş, birbiriyle sürekli olarak çarpıştı. O düşüncelerden
biri, saltanat devrinin devam ettirilmesiydi. Bu görüşün sahipleri
belli idi. Diğer bir düşünce, saltanat rejimine son vererek Cumhuriyet
rejimini kurmaktı. Bu bizim düşüncemizdi. Biz düşüncemizi açıkça söylemeyi
başlangıçta sakıncalı buluyorduk. Ancak, düşünce ve görüşlerimizi
daha sonra zamanı geldiğinde uygulayabilmek için, saltanat taraftarlarının
görüşlerini yavaş yavaş uygulama alanından uzaklaştırmak mecburiyetinde
idik. Yeni kanunlar yapıldıkça, özellikle Teşkilât-ı Esasiye Kanunu
yapılırken, saltanat taraftarları padişah ve halifenin hak ve yetkilerinin
açıkça belirtilmesi için ısrar ediyorlardı. Biz, bunun zamanı gelmediğini
veya gerekli olmadığını söyleyerek, o tarafı geçiştirmekte yarar görüyorduk.
Devlet idaresini, Cumhuriyet'ten söz etmeksizin millî hâkimiyet
ilkeleri çerçevesinde her an Cumhuriyet'e doğru yürüyen rejim etrafında
yoğunlaştırmaya çalışıyorduk.
Büyük Millet Meclisi'nden daha büyük bir makam olmadığını telkinde
ısrar ederek, saltanat ve hilâfet makamları olmadan da devleti idare
etmenin mümkün olacağını ispat etmek lâzımdı.
Devlet Başkanlığı'ndan bahsetmeksizin onun görevini fiilen Meclis
Başkanı'na yaptırıyorduk.
Fiiliyatta, Meclis Başkanı İkinci Başkan'dı. Hükûmet vardı. Fakat
Büyük Millet Meclisi Hükûmeti adını taşırdı. Kabine sistemine geçmekten
çekiniyorduk. Çünkü saltanatçılar, hemen Padişah'ın yetkisini kullanması
gerektigini ortaya atacaklardı. İşte, geçiş döneminin bu mücadele
safhasında, bizim kabul ettirmek mecburiyetinde bulunduğumuz orta
şekli yani ''Büyük Millet Meclisi Hükumeti sistemini haklı olarak
yetersiz bulan ve meşrutiyet şeklinin açıkça belirtilmesini saglamaya
çalışan muhaliflerimiz, bize itiraz ederek diyorlardı ki : 'Bu kurmak
istediğiniz hükûmet şekli, neye, hangi idareye benzer?'' Maksat
ve hedefimizi söyletmek için yöneltilen bu türlü sorulara biz de
zamanın geregine uygun cevaplar vererek saltanatçıları susturmak
zorunda idik.
Rauf Bey, bu durumu dikkate alarak verdiğimiz bir cevabın, vicdanını
tatmin eden, reddi ve itirazı mümkün olmayan bir cevap niteliğinde
olduğunu söylüyor; bütün görüş ve iddiasını benim o ifademe dayandırıyordu.
Rauf Bey, ''bu inandırıcı ve büyük sözlerden sonra'', Büyük Millet
Meclisi Hükûmeti şeklinin sakat olacağını kabul etmek istemiyor.Eğer
bu sakat ise, bu sakat şekli vaktiyle bize kabul ettirenlerin, bu
defa da bir gün bu kabul ettirdikleri Cumhuriyet şeklini eksik görüp
başka bir şekli ortaya atmalarından endişe edilmek gerekir, tarzında
mantık yürütüyor. Bu mantığın ne kadar çürük bir safsatadan ibaret
olduğu meydandadır. ''Kutsal duyguları, Cumhuriyet rejiminden başka
hiçbir rejimi benimsemediği yolunda'' olan bir kimsenin, geçiş döneminin
zaruretlerinden olduğunu çok iyi bildiği Büyük Millet Meclisi Hükûmeti
şeklinde saplanıp kalarak, Cumhuriyet şeklinin de eksik görüleceği
ve başka bir şekil araştırılacağı endişesine düşmesinin yeri midir?
Rauf Bey'in burada, Cumhuriyet'ten sonra başka şekil diye ifade
ettiği şeyle ne anlatmak istediği bellidir. Rauf Bey demek istiyor
ki, Cumhuriyet'i ilân edenler, Osmanlı hânedanını bu yolla saltanattan
uzaklaştırdıktan sonra, acaba cumhuriyetten tekrar saltanat devrine
geçerek, saltanat makamını işgal etmeyecekler mi? Bunun tarihte
benzerleri yok mudur? diye tereddüt ve endişe edenler var.
Rauf Bey, olduğu gibi aldığımız sözlerinin sonunda, halkın Cumhuriyet'i
istediğini kaydederken, ''istiyor ama uygulayamayız ki...'' yolundaki
şaşılacak ifadesiyle benim işaret ettiğim noktayı çok güzel açıklamaktadır.
|