İstanbul halkının temsilcileri bu müjde ve bildiriyi
büyük bir sevinç ve alkışlarla karşıladılar. Derhal bütün İstanbul
halkı adına Komutan Paşa'yı ve birbirlerini kutladılar. Bu bakımdan,
İstanbul'un sayın halkı adına, İstanbul'un gerçek duygularını başka
türlü göstererek demeçler vermenin ve gösterilerde bulunmanın ne kadar
küstahça bir davranış olduğu meydandadır.
Rauf Bey, ''Bence konuyu Cumhuriyet kelimesi bakımından ele almak
doğru değildir'' sözleriyle Cumhuriyet'ten sözetmek bile istemiyor.
Rauf Bey'in kendi görüşü : '' Milletimizin refah ve istiklâlinin
korunmasını ve aziz vatanımızın bütünlüğünü sağlayan rejimin en
uygun rejim olacağı'' şeklindedir.
Efendiler, bu sözler, düzenledikleri sorunun cevabı mıdır? Rauf
Bey'e : ''Hangi hükûmet şekli en uygundur? sorusu mu sorulmuştur?
Eğer soru bu olsaydı, o zaman Rauf Bey'in bu ifadesi yerinde bir
cevap olabilirdi. Fakat ondan sonra da Rauf Bey'e şöyle bir soru
yöneltmek gerekirdi : Düşündüğünüz rejimin adı yok mudur? Cumhuriyet
rejimi, milletin refah ve bağımsızlığını, vatanın bütünlüğünü sağlayan
en uygun rejim değil midir? Eğer öyle ise, uzun sözleri bir tarafa
bırakarak ''ben en uygun rejimin Cumhuriyet rejimi olduğu görüşündeyim''deyiver
de, demagojiden kurtulalım. Çünkü söz konusu olan, Millet Meclisi'nce
kanunla kabul ve ilân edilen Cumhuriyet'tir. Maksadınız, dolaylı
olarak bu ilân olunandan daha uygun bir rejimin bulunduğunu anlatmak
ve buna işaret etmek ise, onu da söyleyiniz! O tercih ettiğiniz
rejim ne olabilir?
Rauf Bey, kendi görüşünü açıktan açığa söylemekten kaçınıyor. Bilinen
birtakım nazariyelerden sözederek : ''Hükûmetlerin yalnız biribirinden
farklı iki ana temele dayanarak hareket ettiklerine inanıyorum;
bu iki temelden biri mutlakıyet rejimidir'' diyor ve şöyle bir mantık
yürütüyor : '' Sözde, hükümdar, hak ve yetkisini Tanrı'dan alır
ve bu meşruluğa dayanarak hükmünü yürütürmüş. Bu rejimin sakıncaları
görüldüğünden milletler ihtilâl yaparak hükümdarların yetkilerini
kısıtlayıp belli şartlara bağlamışlar... Son yıllarda milletimiz
de meşrutiyet mücadeleleriyle işe başlayarak, kendi işini kendi
bilerek, kendi görerek, kendi karar vererek başarma hedefine doğru
yürümüş; İttihat ve Terakki, Meclis'in ağır baskısından kurtulmak
için ''Beşinci Sultan Mehmed'e'' Meclis'in dağıtılması hakkını verdirmiş;
Vahdettin, bu haktan yararlanarak Meclis'i feshetmiş; bilinen felâketler
olmuş; bu bakımdan mutlakiyet rejimi ve şahsî saltanat yanlısı olmak
doğru değilmiş.
Rauf Bey, ''Millet, kaderini kendinden başka bir kimseye bırakmayı
kendisi için küçüklük saydı'' dedikten sonra, milletin, millî hâkimiyeti
kayıtsız şartsız uygulayan Büyük Millet Meclisi'ni bir kurucu meclis
olarak seçtiğini ve bu şeklin söz konusu edilen şekillerden ikincisi
ve kendi görüşünce de en sağlamı ve doğrusu olduğunu '' söylüyor...
Bundan sonra Rauf Bey şu düşünceleri ileri sürüyordu :
'' İsim değişikliğinin hedefi ve amacı değiştirebileceği inancında
değilim. Bundan başka, daha önceki bir hükûmet şeklinin yerini alan
yeni bir şeklin beğenilmesi ve ömürlü olabilmesi, ancak bir şartla
mümkündür. O da gideni arattırmayacak şekilde halkın büyük çoğunluğunun
isteklerine uygun olduğunu, mutluluğunu sağladığını, vatanın şeref
ve istiklâlinin korunduğunu göstermek ve ispat etmektir. Aksi takdirde
isim değiştirmekle veya üst tabakada şekil değişikliği yapmakla
gerçek ihtiyaçların karşılanacağını sanmak, özellikle en yakın bir
geçmişte gördüğümüz en acı denemelerden sonra, çok büyük bir yanılma
olur.
Efendiler, Rauf Bey'in düşünce ve görüşlerini ortaya koyan bu sözler
üzerinde biraz durmak isterim. Rauf Bey, yetkileri sınırsız ve belirli
şartlara bağlanmamış olan, Millet Meclisi'ni de dağıtabilen şahsî
saltanat taraflısı değildir. Rauf Bey, öyle bir hükûmet şekline
taraftardır ki, o rejimde, Millet Meclisi bir kurucu meclis niteliği
taşıyacak şekilde, millî hâkimiyeti hiçbir kayıt ve şarta bağlı
kalmadan uygular. Bu şekli açıkça ifade edelim. Rauf Bey demek istiyor
ki, ''Cumhuriyet'in ilânından önceki şekil en uygun hükûmet şeklidir.''
Gerçekten de Rauf Bey'in uzun sözlerle tasvire çalıştığı husus,
20 Ocak 1921 tarihli Teşkilât-ı Esasiye kanunu'nun üçüncü maddesinde
yer alan hükümdür. O madde şudur : ''Türkiye Devleti, Büyük Millet
Meclisi tarafından idare edilir ve hükûmet Büyük Millet Meclisi
Hükûmeti adını taşır.''
|