Efendiler, Yunan taaruzu ve millî cephelerin bozulması, Meclis'te
büyük bir sıkıntıya, şiddetli hücum ve eleştirilere yol açtı. Büyük
Millet Meclisi'nin 13 Temmuz 1920 günü, 41' inci toplantısında kusurlarından
ve idaresizliklerinden dolayı, Bursa Komutanı Bekir Sami ve Valisi
Hâcim Muhittin Bey'lerin ve Alaşehir Komutanı Âşir Bey'in ne için
harp divanına verilmedikleridendolayı, Genelkurmay Başkanlığı ve
İçişleri Bakanlığı hakkında gensoru önergeleri okundu.
Bu önergenin sahibi, Afyonkarahisar Milletvekili Mehmet ŞükrüBey'di.
Sinop Milletvekili Hakkı Hâmi Bey'in de derhal cezalandırma konusundakiısrarı
"bravo" sesleriyle karşılanıyordu. Önerge sahibi olan
Mehmet Şükrü Bey'in,Biz sorumlu tutulduklarını görmek istiyoruz!"feryadı
üzerine, gensoru kabul ediliyor. Soruşturma günü olarak tespit edilen
14 Ağustos 1920'de, Genel Kurmay Başkanı cevap verdi. Fakat bir
türlü inandırmak ve yatıştırmak mümkün olamıyordu. Karahisar Milletvekili
Şükrü Bey "Anket" (ls) istiyor. Diğer bir milletvekili
bazısubay ve komutanların cezalandırılmalarının tabiî olduğundan
söz ederek birçok örnekler sıralıyor. Başka bir milletvekili, asker
geri çekilirkenbir komutanın otuz altı deve eşya götürmüş olduğunu
söylüyor. Başkabir milletvekili de Yunan ordusunun kısa bir zaman
içinde Akhisar'danMarmara sahillerine varıncaya kadar, bütün şehir
ve köyleri yıldırım hızıyla istilâ ettiğinden söz ederek, Bursa
felâketi dolayısıyla uğramış olduğumuz korkunç zarar, dünyanın gözünde,
Anadolu'da savunma denilen şeyin bir göz korkuluğu olduğuna genel
bir kanaat uyandırmıştır" diyor ve bu büyük bozgunun sorumlularının
cezalandırılmalarını istiyordu.
Efendiler, uzun ve ateşli olarak devam eden tartışmalara, benim
dekarışmam gerekti. Ortaya çıkan bu çok acı durumda, Meclis'in üzüntü
veilgisini takdir ettikten sonra, düşünce ve duyguları yatıştırmak
maksadıyla konuşma ve açıklamalar yaptım. Benim sözlerime karşı
da yapılanufak tefek hücumlara cevap verdikten sonra, genel açıklamalar
yeterligörüldü.
Efendiler, ayrıntılarını Meclis tutanaklarında okuduğunuz bu ateşligörüşmelerden
önce, 26 Temmuz 1920 günü de, gizli bir oturumda bunabenzer bir
görüşme olmuştu. Orada da uzun açıklamalar yapmaya mecburolmuştum.
Çünkü, üzüntü ve ıztırap sonucu yapılmakta olan tenkit vetekliflerde
bu yenilgiyi doğuran gerçek sebepler sanki unutulmuş gibiydi. Bütün
felâketin sebebi olmak üzere, daha kurulalı ve üzerine görevyükleneli
iki ay bile geçmemiş olan Bakanlar Kurulu'nu sorumlu tutmakgayesi
güdülüyordu. Bir yılı aşkın bir zamandan beri, Yunan ondusununİzmir
bölgesinde yerleşmiş ve durmadan hazırlanmakta bulunmuş olduğu,
buna karşılık İstanbul Hükûmeti'nin ordumuzu sürekli olarak felceuğratacak
şartlar hazırlamakla meşgul olduğu ve milletin kendiliğindenkurabildiği
millî kuvvetleri dağıtıp yok ettirmeye çalışmaktan başka birşey
yapmadığı asla düşünülmüyordu. Eğer bu bir yıl içirisinde Yunan
kuvvetleri karşısında, azçok bir varlık gösterilmiş idiyse, bunun
da beş onfedakârın kendiliğinden gösterilmiş bulunan azim ve gayretlerinin
ürünüolduğunu insafla görmek istemiyorlardı. Askerî harekâtı, gerçek
durumukavrayarak ve askerliğin gereklerini göz önünde tutarak düşünen
ve inceleyen yoktu. Söylenilen sözler, ya vatanseverlik duygusunun
sürüklediği coşkunlukla veyahut aşırı uluyarlık sonucu olarak feryad
ve figan halinde dile getiriliyordu. Söz söyleyenler içinde, ender
olmakla birliktemillî inancı ve vatana bağlılığı şüpheli olanlar
bile vardı.
Söz konusu ettiğimiz bu gizli oturumda, uzun açıklamalarım sırasında
özellikle demiştim ki : "Felâket başa gelmeden önce, onu önlemeve
ona karşı savunma çarelerini düşünmek gerekir." Geldikten sonra
üzülmenin yararı yoktur. Yunan taaruzu yapılmadan önce yapılacağı
kuvvetli bir ihtimalle biliniyordu. Eğer bunu önleyecek çare ve
tedbirler bulunamamışsa, bunun sorumluluğu Türkiye Büyük Millet
Meclisi'ne veonun Hükûmeti'ne ait olamaz. Büyük Millet Meclisi'nin
sorumluluk mevkiine geldikten sonra almaya başladığı tedbirler,
bir yıl öncesinden beriİstanbul Hükûmetleri tarafından, bütün milletle
birlikte ve ciddiyetlealınmaya başlanmak gerekti. Bazı kuvvetlerin
cepheden alınıp iç isyanların bastırılmasına memur edilmesi, Yunan
kuvvetleri karşısında bulundurulmasındaki yarardan daha önemli ve
zarurî idi. Yine de öyledir. Gerçi Bursa'da bırakılması zarurî olan
bir tümen, Adapazarı isyan bölgesinegönderilen iki tümen, Hendek'te
dağılan bir tümen, yani dört tümen; Zile, Yenihan bölgesinde âsîlerle
uğraşan bir tümen ve bütün bu düzenliordu kuvvetlerine yardım eden
millî müfrezeler, cephede bulundurulabilseydiler, belki de düşman
taarruzu bu kadar gelişemezdi. Fakat, memleketin huzuru ve milletin
kurtuluş gayesi noktasında birleşip dayanışmasağlanamadıkça, bir
dış düşmanın istilâ adımlarını durdurmaya çalışmakne mümkündür ne
de bundan köklü bir yarar ve sonuç alınabilir. Ancak,memleket ve
milletçe dediğim durum korunabilirse, düşmanın herhangibir zamandaki
başarısı ve bunun sonucu olarak fazla toprak ele geçirmişolması,
geçici olmak niteliğinden kurtulamaz. Birlikte ve amaçta azimliolan
ve ısrar eden millet, gururlu ve saldırgan her düşmanı eninde sonunda
bu gurur ve saldırganlığından pişman kılabilir. Onun için iç isyanları
bastırmak, elbette Yunan taarruzunu durdurmaktan daha önemlidir.Zaten,
cepheden iç isyanlara karşı kuvvet ayrılmamış olsaydı, sonucunbaşka
türlü olabileceğini farzetmek güçtür. Söz gelişi, düşman kuzey cephesine
üç tümenle saldırdı. Bizim orada cepheye yetebilecek kuvvetimizyoktu.Filân
noktada, filân derede, filân köydeki kuvvetimiz yahut daoralardaki
subay veya komutanımız, düşmanın geçmesine müsaade etmeseydi, bu
felâket başımıza gelmezdi" şeklinde feryat etmekte anlam yoktur.
Tarihte yarılmamış ve yarılmayan cephe yoktur. Özellikle, söz konusu
olan cephe, savunmaya ayrılan kuvvetle orantılı dar bir cephe olmayıpda,
böyle yüzlerce kilometre genişliğinde ise, bu cephenin şurasında
veburasında bulunan zayıf bir kuvvetin, sonuna kadar savunmasını
kabuletmek, bütün tasavvur ve muhakemeleri yanılgıya sürükler. Cepheler
delinebilir, buna karşı tedbir, delinen kısmı derhal kapamaktan
ibaretti. Buise, cephe üzerindeki kuvvetlerden başka, geride, yedekte,
kuvvetli detekler bulundurmakla mümkündür. Oysa, Yunan ordusu karşısındakimillî
cephemiz bu durumda ve bu kuvvette miydi? Bütün Batı Anadoluillerimizde,
Ankara ve dolaylarında, daha doğrusu bütün memlekette,kuvvet denilecek
bir askerî birlik bırakılmış mıydı?
|