Efendiler, yeni kabine içinde yer alan ve Hey'et-i Temsiliye'mizin
elçisi durumunda olan Cemal Paşa iIe yapıIan ve yapılmakta olan
haberleşmelerimiz, yüce topluluğunuza Dahiliye Nezareti makamını
tutan Damat Mehmet Şerif Paşa'dan söz etmemi geciktirdi.
Biz, yeni kabine ile uzlaşma yolu ararken, Şerif Paşa, çoktan
milleti zehirlemeye başlamış bulunuyordu.
Nezarete geçtiğini bildiren 2 Ekim tarihli genelgesinin metni
hatırlanırsa, orada şu cümlelere rastlanır :
"Vatandaşların tam bir uyum ve birlik içinde bulunmaları, devletin
gerçek çıkarlarının bir gereği olduğu halde, bir süredir memlekette
bozgunculuk ve bölücülük belirtilerinin görülmesi, güçlüklerin bir
kat daha artmasına yol açacağından, pek çok üzüntü vericidir.
"..... Başarı.... Hükûmet'in gösterdiği yolda gitmekle ve memleket
çıkarlarını ilgilendiren konularda zararlı davranışlardan kaçınmakla
elde edileceğinden, hemen merkezlere ve merkeze bağlı olan yerler ve
bu yolda tavsiyelerde bulununuz.
Efendiler, Damat Ferit Paşa'dan daha akıllı olduğu söylenen Damat
Şerif Paşa , pek acemice işe başlamış oluyor. O tarihlerde
İstanbul'da, bizi âsî, anarşist, "simple soldat -basit asker-" sayan
bazı romancılar gibi, Damat Paşa da bizi; ancak ahmakları
aldatabilecek kendi kısa aklınca, gafil ve anlayışsız sanıyordu
galiba! .
Oysa, biz, Nâzır Paşa' nın alçakça niyetini hemen anlamış ve daha
uyanık bir durum almış bulunuyorduk. Şerif Paşa , bizim tutum ve
gidişimizi, Ferit Paşa Kabinesi'ni düşürmek için milletçe yapılan
teşebbüsleri, memlekette bozgunculuk ve bölücülük belirtileri olarak
gösteriyor ve pek çok esef ediyor.
Bir de, Efendiler, Hükûmet'in, Dahiliye Nâzırı Mehmet Şerif
imzasıyla yayınlanan duyurusunun birkaç noktasına hep birlikte göz
gezdirelim.
"Bugünkü kabine tam bir uyum içindedir." Çok doğrudur. Bu durum
bütün çıplaklığı ile kendini gösterecektir.
"Temel konularda görüş birliği içindedir. Hiçbir partiye bağlı
değildir.
Çeşitli siyasî grupların hiçbirine de eğilimi yoktur. Hepsinden
manevi destek bekliyor.
Bu cümlelerden çıkan anlam açıktır. Hükûmet, millî teşkilât ve onu
idare eden Hey'et-i Temsiliye ile beraber değildir. Hattâ, ona karşı
bir eğilimi bile yoktur. İtilâf ve Hürriyet Partisi'nden, Muhipler
Cemiyeti'nden, Kızıl Hançerliler'den, Nigehbancılar'dan ve mevcut
öteki derneklerden ne kadar destek bekliyorsa, bizden de ancak o
kadar. . . CemaI Paşa vasıtasıyla bizi oyalama ve aldatma gayesiyle
çekilen telgraflarda yazılanlar hep yalandır.
Sonra Efendiler, şu cümleyi okuyalım : "Memleket kaderinin milletin
vekilleri aracılığı ile belirlenmesi başlıca emelimizdir." Bundan
çıkan anlam da şudur : Sıvas'ta birkaç kişi toplanmış, milIet adına
söz söylüyor. Milletin kaderi ile ilgileniyor. Hey'et-i Temsiliye
diye bir de ünvan takınarak, üstlerine vazife olmadığı halde, millet
ve memleketin işlerine karışıyorlar. Bunların sözünü dinlemeyiniz.
Çünkü bunlar milletin vekilleri değildir!
Hükûmet, bu bildiride barış konusundaki görüşünü de şöyle açıklıyor
: "Wilson prensiplerinden hakkıyla yararlanılarak, Osmanlı
Devleti'nin bir bütün halinde ve Padişah'ının etrafında toplanmış
müstakil bir devlet olarak yaşamasını sağlayıcı hiçbir teşebbüsten
geri durulmayacaktır. "
Yeni kabine, bu görüşlerinde başarıya ulaşacaklarını belirtmek üzere
şu delilleri sürüyor : "Zaten büyük devletlerin adalet duyguları ile
gerçekten gittikçe açıklık kazanmakta olan Avrupa ve Amerikan
kamuoyunun ölçülü davranma isteği de bu konuda güven verici
olmaktadır."
Efendiler, bütün bu düşünceler, Ferit Paşa Kabinesi'nin Padişahı
ağzından yayınladığı bildiride yazılanların harfi harfine aynı değil
midir?
Bu türlü bildiriler yayınlamaktan maksat ,milleti aldatmak ve
miskinliğe sürüklemek değil midir?
Hangi adaletten söz ediliyor? Hangi ölçülü davranma isteğinden dem
vuruluyor? Bunların asılları var mıydı? Memleketin hükûmet
merkezinden başlayarak yabancılar tarafından her yerde
yapılageIenler gerçekten bunun aksini ispat edecek fiilî ve apaçık
deliller değil miydi?
Gerçekte, Wilson , prensipleriyle birlikte sahneden çekilmiş ve
Osmanlı ülkesine ait toprakların Suriye'de, Filistin'de, Irak'ta,
İzmir'de Adana'da ve her yerde işgaline seyirci bulunmuyor muydu?
Bu kadar kesin yıkılış belirtileri karşısında aklı, kavrayışı,
vicdanı olan adamların kendi kendilerini aldatmalarına ihtimal
verilir mi? Bu gibi adamlar, aslında kendilerini aldatacak kadar
budala olurlarsa, onların memleket kaderini elde tutmalarına, aklı
eren ve korkunç gerçeği gören ler katlanabilirler mi? Eğer bu
adamlar, gerçeği biliyorlar ve kendilerini aldatmıyorlarsa, milleti
kandırarak bir koyun sürüsü halinde düşmanın pençesine teslim etmek
için canla başla çalışmalarına ne anlam verilebilir?
Bütün bu noktalar gözönünde bulundurularak verilecek hükmü kamuoyuna
bırakırım. |