Efendiler, içinde bulunduğumuz günlere ait olaylara ve konulara
dokunmuşken, burada küçük bir noktayı daha açıklamama müsaadenizi
rica edeceğim. Kâzım Karabekir Paşa'dan gelen 8 Ekim 1919 tarihli
bir telgrafta, şöyle bir görüş ileri sürülüyordu :
"Hey'et-i Temsiliye'den yüksek şahsiyetleri ile, Rauf Beyefendi' nin
ve bu gibi önemli şahsiyetlerin, milletvekili olduktan sonra da
hiçbir şekilde hükûmete karışmayarak Meclis'teki grubun başında
daima söz sahibi olarak bulunulmasını, kabinenin şekli ve kuruluş
tarzı, üyelerinin değer ve kişiliği ne olursa olsun Meclis-i Millî
içinde hep denetleyici bir mevkide kalınmasını başarının önemli
şartı ve uygulanması zarurî biz karar sayarım."
"Bir dâvânın ve bir grubun en yüksek ve güçlü tanınmış olan
şahsiyetleri, kendi yetki çerçevelerini aşıp da hükûmet işine
karışınca, Meclis-i Milll daima zayıf kalmış ve akımlar karşısında
ya sürüklenmiş yahut da parçalanmıştır."
"Vatan ve milIetin bir bütün olarak kurtuluşunun şiddetle söz konusu
olduğu bu devrede, arz ettiğim bu hususlar üzerinde kesin bir karara
varmanızı derin saygılarımla istirham ederim."
Efendiler, gerçekten de Erzurum'da bulunduğum zamanlarda, Kâzım
Karabekir Paşa, karşılıklı olarak yaptığımız konuşmalarda da buna
benzer görüşler ileri sürmüştür. Benim ileri sürdüğüm görüşler de
aşağı yukarı şöyleydi : "Her şeyden önce, memlekette, milletin
varlık ve iradesini ortaya koymak ve bunu sarsılmaz bir şekilde
Millî Meclis'te temsil etmek gerekir. Bu da, memlekette millî bir
ülkü etrafında kuvvetli bir teşkilât kurmak ve Meclis'te bu
teşkilâta dayalı bir grup bulundurmakla mümkündür. En güçlü
şahsiyetlerin gayesi bu olmalıdır. Oysa, şimdiye kadar görüldüğü
üzere, asıl olan bu noktaya önem verilmeksizin, kendilerinde azçok
Iiyakat görenler, hemen hükûmete geçmek heves ve hırsına
kapılıyorlar. Bu gibi insanlar, Meclis'te kendilerine dayanak olarak
milli teşkilâta bağlı güçIü bir grup oluşturamayınca, geride yalnız
saltanat ve hilâfet makamı kalıyor. Bu yüzden millî meclisler, millî
şeref ve kudreti temsiI edemiyor. Millî istekler ortaya konamıyor ve
gerekleri yerine getirilemiyor. Bu bakımdan bizim için başta gelen
en önemli ilke önce memlekette millî teşkilâtı kurmak, sonra da bu
teşkilâttan kuvvet alan bir grubun başında, Meclis'te çalışmak
olmalıdır. Hükûmet kurmaya veya kurulacak herhangi bir hükûmete
girmeye kalkışmakta yarar yoktur. Çünkü, bu nitelikte bir hükûmet,
vatana ve millete hiçbir esaslı hizmet veremeden hemen düşmeye yahut
da padişaha dayanarak Meclis'e karşı ve dolayısıyla da millete karşı
düşen bir durum almaya mecbur olacaktır. Böyle olunca da,
birincisinde istikrarsızlık gibi büyük bir sakınca sürüp gidecek;
ikincisinde de millî hâkimiyetin yavaş yavaş yok derecesine
getirilmesine hizmet edilmiş olacaktır. " Nitekim sizlerce bilindiği
ve fiilî olarak da görüldüğü üzere biz memlekette önce millî
teŞkilât kurduk. Sonra Meclis'i topladık. Önce Meclis Hükûmeti
kurduk. Ondan sonra da Cumhuriyet Hükûmeti'ni teşkil ettik.
Bundan başka, fırsat düştükçe kabineye girilmeyeceği, yüksek makanı
ve memuriyetler kabul edilmeyeceği ve aslında büyük ve millî gayeden
başka hiçbir maksadın peşinde olmadığımız ve faaliyetimizin en büyük
kısmının şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da Kuva-yı
Milliye'nin bir denge unsuru olarak kalmasına çalışmaktan ibaret
bulunduğu noktalarında millete karşı demeç ve bildirilerimiz vardı.
Kâzım Karabekir Paşa, telgrafında, Erzurum'daki görüşlerimi ve bu
görüşe bağlı olarak yayınlanan bildiriılerimizi hatırlatarak
takdirlerini ifade ettik ten sonra; "ancak, bu güzel azim ve
kararın, şimdiye kadar bizde yapılmış denemeleri ve bunların verdiği
sonuçlan göz önünde bulundurarak "daha geniş çaplı olmasını
düşündüğümü de özellikle arz ederim diyorlardı.
Efendiler, Kâzım Karabekir Paşa' nın bu görüş ve teklifi
telgraflarının sonunda söyledikleri gibi, vatan ve milletin
kurtuluşunun söz konusu olduğu bir devirde ve benim de açıkladığım
üzere, daha memlekette hiçbir teşkilât ve Meclis yokken ve Meclis
toplandığı zaman da Meclis'te böyle bir teşkilâta ve millî kudrete
güvenir ülkü sahibi bir grup varlığını ispat edimemişken, her ne
şekilde olursa olsun hükûmet kurmaya veya kurulacak hükûmete girmeye
heves etmek, elbette doğru olmazdı. Böyle bir davranışı memleket ve
millet yararına hizmet gayresinden çok şahsi hırs ve menfaate yahut
da hiç olmazsa bilgisizliğe vermekte, kanaatimce asla isabetsizlik
yoktur.
Ancak, Efendiler, Karabekir Paşa'nın dediği gibi kabinenin ne
şekilde ve nasıl kurulacağı, üyelerinin değer ve kişiliği ne olursa
olsun, Meclis'te şekil bulmuş siyasî bir grubun ön plânda gelen
şahsiyetlerinin Meclis içinde sürekli olarak söz sahibi ve
denetleyici bir mevkide kalması, en önemli başarı şartı ve
uygulanması zaruri bir karar sayılamaz.
Gerçekten de millî hakimiyet ilkesine bağlı olarak idare edilen
medenî devletlerde, kabul edilmiş olan ve fiilen yürürlükte olan
kural, milletin genel eğilimlerini en yüksek düzeyde temsil eden ve
bu eğilimlerin bağlı bulunduğu yararları en yüksek kudret ve yetki
ile gerçekleştirebilecek siyasî grubun, devlet işlerini üzerine
alması ve bunun sorumluluğunu en yüksek liderinin omuzlarına
yüklemesi ilkesinden ibarettir.
Zaten bu şartları taşımayan bir Hükûmet görev yapamaz. Hükûmetin,
kuvvetli grup üyeleri arasından ve fakat birinci derecede
oImayanlarından zayıf bir hükûmet kurmak, onu partinin birinci
derecedeki Iiderlerinin direktif ve tavsiyeleriyle yürütmeye
kalkışmak düşüncesi, elbette doğru değildir. Bunun feci sonuçları
özellikle Osmanlı Devleti'nin son günlerinde görülmüştür.
İttihat ve Terakkî liderlerinin elinde oyuncak olan sadrazamlardan
ve onların hükûmetlerinden millete gelen zararlar sayılamayacak
kadar çok değil midir?
Mecliste, hâkim olan partinin, hükûmetin kurulmasını, muhalif ve
azınlıkta bulunan bir partiye bırakması ise asla söz konusu olamaz.
Kural ve yöntemlere göre, milletin çoğunluğunu temsil eden, programı
belli olan parti, hükûmeti kurma sorumluluğunu üzerine alır,
memIekette kendi gaye ve ilkelerini uygular. |