Türkmüsün.Net DÜNYADA TÜRK DİLİ Sosyo-Politik
DÜNYADA TÜRK DİLİ Sosyo-Politik Bir Yaklaşım
Doç. Dr. Timur Kocaoğlu
Bugünkü konuşmamın üstbasligi Dünyada Türk Dili ise de, altbasligini
Sosyo-Politik Bir Yaklaşım diye adlandırdım. Konuşmamda bugün dünyada Türk
dilinin çeşitli kollarının tam şayisi, nerelerde ve sayıca kaç kişi tarafından
konuşulduğu hakkında ansiklopedik ve istatistik bilgiler vermek amacında
değilim. Ben burada hem kullanmakta olduğumuz bazı tartışmalı terimler üzerinde
durmak, hamda dünyadaki Türk dilinin çeşitli kollarının bugünkü durumuna onların
tarihi gelişimlerini de göz önünde bulundurarak Sosyo-politik açıdan yaklaşmak
istiyorum. Benim burada vurgulamak istediğim tez sudur: tarih boyunca olduğu
gibi bugün de Türk dilinin çeşitli kollarının ortaya çıkışları, varlıklarını
sürdürmeleri, bazılarının yazı dili durumuna gelmeleri gibi dilbilim olayları
aslında o yörelerdeki Türk topluluklarının Sosyo-politik gelişmeleriyle sımsıkı
bağlı olagelmiştir. Bu konuşmamda böyle gelişmeleri sizlerle tartışmaya açarken,
ancak bir kaç örnekle yetineceğimi, Türk dilinin geçmişteki ve bugünkü bütün
kollarını içine alan geniş boyutlu bir araştırma raporu sunmayacağımı da önceden
belirteyim.
İlk Türk dilcisi ve ayni zamanda ilk Türkolog sayılan Kaşgarlı Mahmud 11.
yüzyıldaki Türk boyları hakkında bilgi verirken, "Türkler aslında 20
kabiledirler ve her kabilenin de çok sayıda dalları vardır ki, onların şayisini
ancak Allah bilir" der. Kaşgarlı Mahmud'un 11. yüzyıldaki Türk boy adlarından
bazıları bugün de ayni adla yasarken (Kırgız, Tatar, Başkurt gibi), bazı adlar
ise yalnız bugünkü boyların tarihi boy grubu adi olarak hatırlanıyor (Oğuz,
Kıpçak, Karluk gibi). bazı boy adları ise, çoktan tarih sahnesinden çekilmişler
(Peçenek, Başmil, Yemek gibi). Kaşgarlı Mahmud'un saydığı Türk boy adlarının bir
çoğu da 8. yüzyıldaki Orhun yazıtlarında geçmekteydi. Kaşgarlı Mahmud Türk
boylarının dil özelliklerinden bir bölümü hakkında da Divan'ında iyi bir dilci
dikkati ile bize bilgi aktarıyor.
Kaşgarlı Mahmud'dan tam 8 yüzyıl sonra 19. yüzyıl sonlarında Alman asilli Rus
Türkologu Wilhelm Radloff Türk lehçeleri Edebiyatından örnekler serisi
antolojilerinde özellikle Güney Sibirya ve Altay bölgesindeki çok sayıda Türk
boylarının ağızlarından derlenmiş halk edebiyatı örneklerine, 4 ciltlik Türk
Ağızları (Diyalektleri) Sözlüğü'nde de onların sözvarlığına yer vermiştir
(Koybal, Kaçin, çulim, Soyon, Altay-Kiji gibi).
Görüldüğü gibi, Türk boyları ve onların konuşma dillerinin şayisi tarih boyunca
tam olarak tesbit edilemeyecek kadar çok olduğu gibi, bugün de çoktur. Türkoloji
çalışmalarının bugünkü düzeyinde bile, biz Türk dilinin bütün kolları ve onların
alt-kollarını hepimizi tatmin edecek yeterlikte ayirdederek topluca sıralama
imkan ve bilgisine sahip değiliz.
Türkiye'de sıkça kullanılan Türk lehçeleri teriminin tam anlamı benim için o
kadar açık ve belirgin değil. 9Astelik, Türk lehçeleri dediğimiz zaman bugün
dünyanın çeşitli yörelerinde yasayan ve genel bir Türk dilinin kollarından
birini kullandığı varsayılan toplulukların konuşma ve yazı dillerinden
hangilerini bu Türk lehçeleri terimi içinde toplayacağımızı da yüzde yüz
kesinlikle bilmediğimi burada itiraf etmeliyim. Bu yüzden, konuşmamın başında
genel olarak Türk dili, Türk lehçeleri, Türk şiveleri, Türk ağızları, Türk
dilinin kolları terimlerinden ne anlaşıldığını yine bir kez sizlerle tartışmak
istiyorum.
Türkçe ve Türk dili terimleri bizde, yani Türkiye'de, biri dar, ikincisi geniş
olmak üzere iki ayrı anlamda kullanılıyor. Dar anlamda bugün Türkiye'deki
konuşma ve yazı dilini Türkçe ve Türk dili diye adlandırıyoruz. geniş anlamda
ise, Türkiye'deki Türk dili ile birlikte yeryüzündeki başka Türk konuşma ve yazı
dillerini de topluca Türkçe ve Türk dili diye karşılıyoruz.
Reşit Rahmeti Arat Türk dilinin kollarını sınıflandırmada lehçe ve şive
terimlerini kullandı. Çuvaşça ve Yakutçayı Türk dilinin lehçeleri ve geri kalan
Türk dil kollarını ise Türk dilinin şiveleri diye ikiye ayırdı. Hocamız Muharrem
Ergin bu sınıflandırmaya bağlı kalırken, Saadet Çağatay Türk dilinin bütün
kolları için yalnız lehçe terimini kullandı. Türkiye'deki başka Türkologlar ya
lehçe terimini yeğleyerek "Türk Lehçeleri" sözünü veya şive terimine bağlı
kalarak "Türk DEiveleri" sözünü kullanıyorlar. Talat Tekin ise, batıdaki
Türkologlara uyarak "Türk dilleri" terimi üstünde ısrar etmektedir. Tekin
ayrıca, Çuvaşçayı Türk dillerinden ayırarak, "Çuvaş-Türk Dilleri" diye bir
sınıflandırmaya gidiyor.
Eski Sovyetler Birliği'nde Türk dilinin kolları için "Türk dilleri" terimi
kullanılmıştı, bu gelenek SSCB dağıldıktan sonra da bağımsızlıklarına kavuşan
Türk cumhuriyetleri ile Rusya Federasyonu içinde yasayan Türk boyları tarafından
da artik benimsendiğinden, onlar "Türk dilleri" veya "Türki diller" terimlerini
sürdürüyorlar. Değişik Türk yazı dillerinde ağız (yani diyalekt) karşılığı
olarak ise, çoğunlukla lehçe, az olarak ise şive terimine başvuruluyor. Bu "dil"
ve "lehçe" terimlerinin Türkiye'de ve Türkiye dışında birbirinden farklı
anlamlarda kullanımları dolayısıyla Türkiyeli dilciler ile eski Sovyet
sisteminde yetişmiş dilciler arasında zaman zaman tatlı tartışmalar ve
anlaşmazlıklar çıkıyor. Eski SSCB'cindeki Türk boylarının temsilcisi dilciler
bazen biraz alıngan bir tavırla "Siz bizim dilimizi küçümseyerek lehçe (yani
ağız) durumuna düşürüyorsunuz!" diye üzüntülerini dile getiriyorlar.
Tabii ki, burada biraz onların ve biraz da bizim karşılıklı kabahatimiz var. Biz
Türkiye'de kendi konuşma ve yazı dilimiz için çekinmeden sadece "dil" terimini
kullanırken, didarda da Türkiye Türkçesini "Türk dili" (Turkish language) diye
tanıştırıyoruz. Ancak, bir Azeri, bir Özbek veya bir Tatar kendi ana dili için
"Azeri dili", "Özbek dili" veya "Tatar dili" terimine başvurdu mu, aceleyle
atılarak, "Yok, bu yanlıştır, Azeri dili yok, Azeri Türk lehçesi var!" diye
ısrar ediyoruz. Bu ise, ister istemez Türkiye dışındaki Türk boylarının arasında
bizim biraz "üstünlük" tasar-ladinimiz kanisini yaygınlaştırıyor. Sanki,
bizimkisi "Türk dilimde, onlarınki "bizim birer lehçemiz" gibi!
Hele şive terimini "lehçe"anlaminda tamamen bırakmamız gerektiği görüsündeyim.
Bizde de "şive"nin ikinci anlamı ağız veya aksandır: İstanbul şivesi (yani
İstanbul aksanı), Laz şivesi, Külhanbeyi şivesiyle gibi. Türk boylarının çoğu da
kendi anadillerinde şive terimini ağız (diyalekt) anlamında kullanıyorlar.
Lehçe terimi eskiden bazı Türk yazı dillerinde bizim bugün anladığımız "Türk
dilinin kolları" anlamında kullanılmıştı. Mesela, Özbek dilcilerinden Abdurrauf
Fıtrat 1920 sonlarındaki eserlerinde "şive" ve "takmak" (yani kol, dal)
terimlerini kullandı: "Bizning tilimiz yalpi Türk tilining kuç bir tarmagidir."
(Bizim Dilimiz genel Türk dilinin geniş bir koludur). Ancak, Fıtrat gibi suurlu
dil bilginleri ve aydınlarının 1937-1940 yılları arasında öldürülmesinden sonra,
Sovyetler Birliği'nin başka yerlerinde olduğu gibi Özbekistan'da da "Türk
dilleri" veya "Türki diller" terimleri yerleşti.
Ben bu konuşmamda su "lehçe" kelimesi dünyadaki bütün Türk boyları tarafından
anlaşılan ortak bir terime dönüşene kadar, 'Türk lehçeleri" terimi yerine, "Türk
dilinin kolları" terimini kullanmanın daha doğru olacağı görüsündeyim. Bunun
yanında çeşitli Türk yazı (yani edebi) dillerini de vurgulamak için de, Türkiye
Türkçesi için 'Türk yazı dili", başkalar için "Özbek yazı dili", "Kazak yazı
dili", "Çuvaş yazı dili" diye "yazı dili" (veya "edebi dil") terimini, yeri
gelince de kısaca Türkçe, Azerice, Tatarca, Uygurca adlarını kullanabiliriz.
Bizdeki gibi "dil, lehçe, ağız" olarak üçlü sınıflandırma birçok yabancı dil ve
Türk dilinin başka kollarında yok. Onlarda yalnız "dil ve ağız (yani lehçe)"
"language ana dialect" ikili sınıflandırma vardır.
Bu "dil mi, lehçe mi" tartışmasını şimdilik burada bırakarak, genel olarak
modern dilbilimde de "dil ve ağız" konusunun oldukça tartışmalı ve karmaşık
olduğunu, dil ile ağız arasındaki ayrımın her zaman o kadar da iyi
yapılamadığını hatırlatmak isterim. Günümüz Amerikalı dilbilimcilerinden Nodam
Chomsky "Dil hakkında Bilgi: Onun Tabiatı, Kökeni ve Kullanılışı" adli
çalışmasında, dil ile ağız arasındaki ayırımın aslında Sosyo-politik bir olgu
olduğuna işaret ederken, Mac Weinreich adli dilciye atfedilen aşağıdaki esperiyi
hatırlatır: "Bir dil ordu ve deniz kuvvetlerine sahip bir ağızdır!" Biz burada
bu cümledeki kelimelerin sırasını biraz değiştirerek, anlamını daha da
belirginleştirebiliriz: "Bir ağız orduya sahip olduğu zaman dil olur!" Chomsky
ayni eserinde dilin Sosyo-politik boyutuna değinerek, "Biz Çincede n bir dil
olarak söz ederiz, halbuki çeşitli Çin ağızları birbirinden Roman dillerim kadar
apayrıdırlar. Biz Alman ve Hollanda dillerinden apayrı iki dil olarak söz
ederiz, halbuki Almancanın bazı ağızları Hollandacaya yakindir ve Almancaya
anlaşılmayacak derecede uzaktır." der.
Chomsky dil ve ağız arasındaki ayırımın temelde Sosyo-politik boyutuna gönderme
yaptığı halde, bu konuyu daha detaylı olarak islemez. Biz burada sunu
belirtebilin: Dilbilimde asli olan "konuşma Dili"dir. Yani sosyolojik bir varlık
olan dil elbette insan topluluklarında ilk önce konuşma dili olarak doğar, o
topluluğun sosyal gelişmesine paralel olarak gelişerek kültürel boyut kazanır ve
politik olaylar sonucunda ise ağız durumundan dil düzeyine yükselerek yazı
diline sahip olur. Bunun örneklerini dünyadaki türlü dillerin gelişmesinde
görebildiğimiz gibi, kendi dilimizin tarihinde de açık-seçik olarak yakından
izleyebiliriz.
Türk dilinin bugün ayrıntılı olarak inceleyebildiğimiz en eski örnekleri 8.
yüzyıldaki Orhun yazıtlarıdır. Hiç kimse Orhun yazıtlarındaki dilin bir ağız,
yani dar anlamda yalnız Göktürklerin bir ağzı olduğunu iddia edemez. Halbuki, bu
yazıtlardan öğrendiğimiz gibi o sıralarda çok sayıda Türk boyu Göktürk devleti
içinde ve etrafında yasadığı halde, onlar ayrı ayrı yazı dillerine sahip
değillerdi. 8. yüzyılda Türk boyları birbirinden az veya çok farklı ağızlarda
konuştukları halde, tek bir yazı dili etrafında birleşmişlerdi ve bu da tabii ki
Göktürk devletinin yazı dili olan Orhun Türkçesi diye bugün tanımladığımız
Türkçe yani Türk yazı dili idi. Bizim o yazıtlarda bugün okuduğumuz yazı dili
belki de o sıradaki Türk ağızlarından birisi veya bir ikisi üzerinde
temellenmişti. Bunu bugün kesinlikle bilemezsek de, bildiğimiz tek nokta artik o
yazıtlardaki dilin bir yazı dili olduğu ve kendisinden çıkmış olduğu ağız veya
ağızlardan apayrı bir dil olduğudur. Yani bir veya birden fazla ağız Göktürk
devleti içindeki Sosyo-politik değişmelere paralel olarak bir yazı diline
dönüşmüştür.
Daha sonraki yüzyıllarda Eski Uygurca, Karahanlica, Harezmce, Kıpçakça,
Çağatayca (veya Müşterek Orta Asya Türkçesi ya da Doğu Türkçesi) diye
adlandırdığımız Türk yazı dilinin tarihi dönemlerinin ortaya çıkısı yine türlü
yüzyıllarda Türk boylarının çeşitli yerlerdeki Sosyo-politik gelişmelerine
sımsıkı bağlıdır. Bu saydığımız Türk yazı dili dönemlerinde elbette çok sayıda
Türk gizi konuşma dili olarak varlıklarını sürdürüyordu. Yine bu konuda, Özbek
dilcilerinden Abdurrauf Fıtrat'ın 1920'lerdeki görüsüne göz atalım. Fıtrat Özbek
Türkçesinin yazılmış ilk grameri sayılan Sarf adli şekilbilgisi (yani morfoloji)
eserinin "Tilimizni F1 Tarihi Aqimi" (yani Dilimizin Tarihi Akimi) adli giriş
bölümünde, modern Özbek yazı dilinin geçmiş edebi mira sinini söyle ifade
ediyordu (Abdurrauf Fıtrat'ın 1920'ler sonunda kullandığı terimleri göstermek
için önce Özbekçe metni okuyacağım:
"Xaqâni Türkçeside qabile s E9velerini F1 üstide turgan edebilik h E2li bar. Div
E2n Lugat'ni yazgan Qasqarli Mahmud bu s E9vege Xaq E2ni Türkçesi d E9geni k
E9bi ara-sira yalgiz Türkçe d E9b hem qoyadir. Bu hallerni biz çigatay
Türkçeside hem köremiz. çigatayça, Orta Asyada yasagan Türki qabile s E9velerini
F1 hemmesiden yuqari turgan edebi, resmi beynel qabilevi bir tildir. Nev E2ik
E9bi çigatay s E2irleri özlerini F1 bu edebi s E9velerige s E2dece Türkçe atini
b E9rgenler."
Yani Fıtrat Türkiye Türçesiyle söyle diyor: "Hak E2ni Türkçesinde kabile
sivelerinin üstünde duran edebilik durumu var. Div E2nü-lügati't-Türk'ü yazan
Kaşgarlı Mahmud bu siveye Hak E2ni Türkçesi dedigi gibi, ara sira yalnız Türkçe
de diyor. Bu durumu biz Çağatay Türkçesinde de görürüz. çagatayca, Orta Asya'da
yasayan Türk kabilelerinin sivelerinin hepsinden yukarda duran edebi, resmi
kabilelerarasi bir dildir. Nev E2yi gibi Çağatay sairleri kendilerinin bu edebi
sivelerine sadece Türkçe adini vermisler." (Alinti bitti). Ahmet Bican
Ercilasun'un 23-27 Eylül 1996 tarihleri arasında burada yapilan 9Açüncü Uluslar
Arasi Türk Dili Kurultayi sirasindaki "Dilimizin Adi" adli bildirisindeki
görüşlerini Abdurrauf Fıtrat da ta 1927'de doğruluyordu.
Buna karşılık, 14. yüzyıl baslarında İtalyan ve Alman misyonerleri tarafından
derlenmiş Codex Cumanicus'taki dil ve edebiyat malzemesi Kuman Türklerinin yazı
dilinin değil, konuşma dilinin özelliklerini bize ulaştırmaktadır.
Türklerin Anadolu'daki Sosyo-politik etkinliği özellikle 13. yüzyılda artmaya
başlaması- nden sonra burada ortaya çıkan yazı dili Orta Asya ve Volga-Ural
bölgelerindeki Doğu Türkçesi yazı dili geleneğinden koparak ayrı ve bağımsız bir
yazı dili olarak gelişmeye başladı ve bu edebi dilde elbette Ana doludaki Oğuz
Türkçesi ağızlarının yani konuşma dilinin özellikleri etkin rol oynadı. Böylece,
13. yüzyıla kadar Türk boylarının birbirinden farklı konuşma dillerinin üzerinde
ortak bir yazı dili durumunda olan Ortak Türk yazı dili, Anadolu'daki bu
gelişmeyle Doğu yazı Dili ve Bati yazı Dili olarak ikiye parçalandı. Eğer
Osmanlı Devletindeki resmi yazı dili, Anadolu'daki Oğuz konuşma dili
özelliklerine değil de, Orta Asmadan gelen Ortak Türk yazı Dili geleneğine
dayanarak sürseydi, Türk yazı dilinin tarihi gelişimi elbette başka bir boyutta
olacaktı. Anadolu'daki yeni yazı dili de daha sonraları, özellikle 18. yüzyılda
birbirinden oldukça farklı iki yazı dili, yani biri Osmanlı devletindeki Türkiye
Türkçesi ile öbür ü Azerbaycan'daki hanlıklarda gelişen Azerice yazı dili olarak
olarak ayrılmaya baslar. Bunda elbette İran'daki Safariler Devleti ile Osmanlı
Devleti arasındaki siyasi çekişmelerle uzun savaşlar ve Kuzey Azerbaycan'daki
küçük hanlıklardaki Sosyo-politik gelişmeler etkin olmuştur.
Yirminci yüzyılda da Türk dilinin Iran ve Afganistan'daki kolları birer modern
yazı diline dönüşemeden ağız veya konuşma dili olarak kalırken, eski Sovyetler
Birliği'ndeki kollarının ise çok sayıda modern Türk yazı dilleri olarak ortaya
çıkısını da Sosyo-politik açıdan açıklayabiliriz. 19. yüzyılda Radolff'un dil
malzemesi derlediği siralarda sadece birer konuşma dili olan Sibirya'daki
çeşitli Türk ağızları Sovyet döneminde türlü dönemlerde yazı dili oldular, türlü
dönemlerde de yazı dili özelliğini yine Sosyo-politik sebeplerden dolayı
yitirerek tekrar birer konuşma dili veya ağız durumuna geldiler. Zaten,
Moskova'nın resmi dil siyaseti Türk dilinin eski SSCB'deki çeşitli kollarının
son 70 yıl içindeki gelişmelerinde etkin rol oynayan inkar edilemez
Sosyo-politik bir olgudur.
Orta Asya'daki aydınlar çar müstemlekeciliğinden kurtularak Sovyet rejiminden
önce orada arzu ettikleri bir Türkistan devletini kurabilselerdi, kısa bir süre
içinde bir Türkistan Türkçesi veya bir Türkistan Türk yazı dili ortaya çıkmış
olur ve bunun sonucunda bugünkü Kazakça, Kalakal- pakça, Kırgızca, Özbekçe ve
Türkmence bu Türkistan Türk yazı dilinin birer ağzı durumunda kalırdı. Yani Orta
Asyada tek ve güçlü bir Türkistan devletinin var olması, bizim bugünkü Türkoloji
bilgilerimizi altüst etmeye yeterli olurdu. Nitekim, 1920'lerde Orta Asmadan
politik sebeplerden dolayı yurt dışına çıkarak Afganistan, Türkiye ve Bati
Avrupa ülkelerine giden Kazak, Kırgız, Özbek ve Türkmen aydınları Paris, Berlin
ve Münih şehirlerinde çıkardıkları 1929 ile 1990 yılları arasındaki yayınlarında
Türkistan Türkçesi veya kısaca "Orta Til" denilen bir yazı dili kullandılar. Bu
Türkistan Türkçesi bir devlet dili düzeyine çıkamadığı için o dil malzemesi
bugün bizim elimizde yalnız Avrupa daki Türkistanlı göçmenlerin yazı dili, yani
"bir göçmen yazı dili" olarak bulunuyor.
Ayni şekilde, 1920'lerde Türkiye ile Azerbaycan birleşerek tek bir devlet
kursalardı, Azerice artik bir yazı dili değil, Türkiye'nin ağızları durumunda
olacaktı. Tıpkı Erzurum, Kars ağızlarını biz Anadolu ağızları olarak ele
alıyoruz. Eğer bu bölgeler Türkiye Cumhuriyeti değil de, Azerbaycan Cumhuriyeti
toprakları içinde yer alsaydı, Erzurum ve Kars ağızları Azericenin ağızları
sayılacaktı.
yazı dili ve devlet siyaseti arasındaki siki bağlantı konusunda yakin geçmişten
iki örnek verebiliriz: Hakasçanın bir ağzı sayılan Dekorca 19. yüzyıl sonları
ile 20. yüzyıl baslarında yazı dili olarak gelişerek 1944'e kadar kullanıldı.
1939'da Dağlık DEoriya Muhtariyeti'nin ortadan kaldırılma- sinden sonra Hakas
yazı dili yaygınlaştı. Günümüzde ancak online yakin Dekor anadilini biliyor ve
onların yalnız dokuz yüz kadarı günlük hayamda DEorcayi yalnız konuşma dili
olarak kullanıyor. DEorlarin yazı dili ise artik Hakasçadır.
Siyasi devletin ortadan kaldırılmasıyla yazı dilinin son bulmasına ikinci bir
örneği de Harezm bölgesinden verebiliriz. Bugün Özbekistan Cumhuriyeti sınırları
içerisinde yer alan Harezm bölgesinde 17. ve 20. yüzyıllar arasında Hibe Hanlığı
vardı ve 1920 yılında Harezm Cumhuriyeti kuruldu. Bu cumhuriyette yayınlanmış
kitap ve dergiler üzerinde yaptığım bir ön araştırma ile 1920 ile 1924 yılları
arasında Harezm Cumhuriyeti'nde o siralardaki Buhara Cumhuriyeti'ndeki Özbekçe
yazı dilinden oldukça farklı bir Harezm yazı dili geliştirilmiş olduğunu fark
etmiş ve bunu 1985 yılındaki 5. Milletler Arasi Türkoloji Kongresi'nde "Bugüne
Kadar Az Tanınan Harezm Türk Edebi Dili ve özellikleri" adli bir bildiri ile
sunmuştum. 1924 yılında Türkistan'daki Buhara Cumhuriyeti gibi Harezm
Cumhuriyeti'nin de ortadan kaldırılmasıyla bu Harezm yazı dili de son bularak,
yerini bugünkü Özbek yazı diline bırakmıştır. Yani, 1920'ler başında ayrı bir
yazı dili olma durumunda olan Harezmce, bugün artik Özbekçenin Oğuz ağızlarını
teşkil eder ve Harezm bölgesinde yasayanların "konuşma dili" olarak varlığını
sürdürmektedir . Bugün Özbekistan Cumhuriyeti'nin Harezm bölgesinde yasayan
kimseler kendilerini hem Özbek saymakta hem de yerel kimlik olarak "Harezmili"
diye tanımlıyorlarsa da, bu "Harezmililik" bir millet kimliği düzeyinde
değildir. Ama, eğer 1925'te Özbekistan kurulmayıp, Orta Asya'da Harezm ve Buhara
Cumhuriyetlerinin sürmesine Sovyet yöneticileri izin verselerdi, bugün biz belki
ayrı ayrı Harezmili ve Buhar ali "millet kimlikleri veya başka bir Sosyo-politik
gelişmeyle "Türkistanlı Türk" millet kimliği ile karsılaşırdık. yazı dilleri
olarak da Özbekçe yerine "Harezmce" ve "Buharıca" Türk yazı dilleri var olurdu.
Türk dilinin ortak yazı dili geleneğinin tarih boyunca gelişimi ile Türk dilinin
çeşitli kollarının konuşma dili olarak gelişimi hiç bir zaman birbirine paralel
olmamıştır. Bu yüzden Türk dilinin çeşitli kollarını tasnif etme, yani
sınıflandırma isi oldukça güçtür. Kaşgarlı Mahmut'tan günümüze kadar çok sayıda
dilci Türk dilinin kollarının genel sınıflandırılması üzerinde denemeler
yapmışlardır. özellikle en basarili sınıflandırma denemeleri sayılan Samoyloviç,
Arat, Poppe, Baskakov, Benzing, Menges, Doerfer, Tekin'in sınıflandırma
denemeleri dilbilim açısından hakli olarak ses değişmelerine dayanırlar. Ancak
bu denemelerin hepsi de bir dereceye kadar az veya çok basarili olsalar da, hiç
biri mükemmel değildir, eksiklikleri vardır. çünkü Türk dilinin geçmişteki ve
günümüzdeki bütün kollarının genel bir sınıflandırmasını yapmada, bazı dil
kollarının konuşma dili ile yazı dili arasındaki belirgin ses ve yapı
ayrılıkları engel oluyor. örnek vermek gerekirse, Sibirya'daki Türk dilinin
kollarından Tuvaca, Hakasça ve Altaycanın ve Orta Asya'daki Özbekçenin yazı
dillerinin imlası (yazılımı) ile standart konuşma dili telaffuzu arasında
ayrılıklar var. Günümüz Özbekçesinin standart konuşma dili ile Özbekistan'daki
ağız gruplarının büyük çoğunluğunda genel Türk dilindeki normal "a" ünlüsü
varken, yazı dilinde bu "a" üne ü fonemi çogunlukla Kiril alfabesindeki
"o" harfiyle yazılmakta ve Türkologların bir bölümü bunu Özbekçede "a" ünlüsünün
dudaksıllaşması diye yanlış yorumlamaktalar. Ayni şekilde, birçok yabancı
Türkolog ile TÜRKİŞ- eldeki bazı dilciler bugünkü Özbek Kiril alfabesinde i, ö,
ü ünlüleri için ayrı harfler olmadığından, çağdaş Özbek yazı dili ve standart
konuşma dilinde bu fonemlerin kaybolmuş oldukları gibi yanlış kanıya varıyorlar
ve bunu da Özbeklerin dilinin Farsça dili etkisiyle genel Türkçedeki ünlü
uyumunu kaybetmiş olduğu ile açıklıyorlar. Özbekçeye Stalin'in tamamen politik
sebeplere dayanan buyruğuyla Rus dilcileri tarafından ilki 1934 ve ikincisi
1938'de uygulanan yanlış ve eksik alfabe böyle yanlış görünüm vermektedir.
Halbuki, ta 1920'lerde buy k Özbek dilcisi Fıtrat ve nihayet 1980'lerden
itibaren yayınlanan Özbek Edebi Dili gramer kitapları ve telaffuz sözlüklerinde
Özbekçe yazı dili ve standart konuşma dilinde genel Türkçenin 9 ünlüsü, yani a,
açık e ile kapalı e ( E9), i ile i, o ile ö, u ile ü fonemlerinin var olduğu
ısrarla belirtilmiştir.
Oldukça karışık gibi görünen bu konuyu yalnız ana hatları ile ve birkaç örnekle
burada anlatmaya çalıştım. Bugün Türk dilinin dünyadaki çeşitli kollarını
inceleme ve araştırmada bu Sosyo-politik boyutu göz ardı etmememiz gerektiğini
bir kez daha vurgulamak isterim.
Sözlerime burada son vermeden çok önemli bir duyuruda bulunmak istiyorum: Bugün
Türk konuşma ve yazı dillerinden biri olan Karaimce yok olmak üzeredir. Rusya,
Ukrayna, Lituanya'da yasayan Karaimlerin şayisi 2200 kişi kadardır ve bunların
ancak çok az bir bölümü, belki 100 kişi ana dilini konuşabilmekte ve daha az bir
kısmi yazabilmektedir. Lituanya'da Trakai bölgesinde yasayan Karaylar (yani
Karaim Türkleri) bir Litvanya bankasında dillerinde ders kitapları bastırmak 20
ve kanasa dedikleri sinagoglarını tamir etmek için maddi yardim sormaktalar. Bu
Karaim konuşma ve yazı dilini kurtarma çabalarına biz de katkıda bulunarak,
Sosyo-politik bir olguyu hızlandırabiliriz.
Türk Dil Kurumu, Ankara, 3 Ekim 1996
|